DOLAR

35,9100$% -0.03

EURO

37,4177% -0.02

STERLİN

44,7629£% -0.45

GRAM ALTIN

3.289,80%-0,44

ÇEYREK ALTIN

5.419,00%0,35

BİST100

9.842,15%1,26

İstanbul HAFİF YAĞMUR
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Detaylı bilgi için tıklayın
Detaylı bilgi için tıklayın
Hayrettin Çakmak

Hayrettin Çakmak

28 Ocak 2025 Salı

Yeniden yapılanmanın zorlukları – Hayrettin Çakmak

Yeniden yapılanmanın zorlukları – Hayrettin Çakmak
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Anayasalarımız dolayısıyla kanunlarımız “Sosyalizme” izin vermez ama Sosyalist sistemin temel direklerinden biri olan “merkezi planlama” yıllarca idari yapımızın “Ana ilkesi” olmuştu. Planlamanın boyutunu esprili bir anı ile açıklayalım. Dışişleri bakanlarımızdan İhsan Sabri Çağlayangil anılarında anlatmıştı. Türkiye’de çimento ihtiyacı doğmuştu, nereden buluruz derken; Dostu Sosyalist Romanya’nın Dışişleri bakanına bu durumu açar, bakan bu işi halleder ama “çok zor oldu, biz sene sonunda; gelecek seneyi planlarız, bir daha böyle bir ihtiyaç olursa zamanında söyleyin programa alalım” demiş. Merkezi planlama böyle bir şey işte. Çimento İhraç edip döviz kazanacaksın ama planlamada olmayınca yok diyen, katı bir sistem.

 Türkiye’de 2005 yılında kaldırılan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, tamamen yerel nitelikte hizmet gören kurum olmasına rağmen; plan ve programları merkezden yapılmakta ve onaylanmakta idi.

Biraz açalım ki daha kolay anlaşılsın, İlimizde heyelan sonucu kapanan bir köy yolunda, heyelana karşı tedbir alınması için,  önce Ankara’ya köy hizmetleri genel müdürlüğüne arz edilecek, oradan karar çıkacak, ödenek ayrılacak ve o yol için iyileştirme çalışması yapılabilecekti. Bizim için hararet derecesi çok yüksek olan bu konu Ankara’ya ulaşana kadar soğur buz gibi olur. Çünkü Türkiye’de o dönem köy sayısı 35 bin civarında idi. Artık sizin sorununuz, 35 bin sorundan biridir.

Köy hizmetleri birimini kaldırdık, hizmetler Büyükşehirlerde belediyeler, diğerlerinde il genel meclisi il özel idaresi bünyesine alındı. İl içinde soruna müdahale etme, sorun çözme süratimiz ortadadır. Çünkü bürokratik işlemlerin çok olduğu yerde verim alınamaz ve sorun hızlı çözülemez. Ayrıca gayri ahlaki ve hukuk dışı sonuçları da rüşvet kayırmacılık gibi kirlilikleri beraberinde taşır. Sosyalist ülkelerin o katı rejim yapısına rağmen rüşvet her zaman var olmuştur. Sebep yüzde 100 bürokrasidir.

Tarihi bir örnek: Prens Sabahattin merkeziyetçi yapının tıkanmasına örnek olarak, Bolu Sancağı Mutasarrıfının (Yönetici vali), üç saatlik bir yolu yaptırmak için nasıl mücadele ettiğini ve sonunda işten vazgeçmek mecburiyetinde kaldığını şöyle nakleder: ”Yolun yapımı için müracaat sancaktan Vilayete, Vilayetten, Dahiliye Nezaretine (iç işlerine bakanlığına), Dahiliye Nezaretinden Nafia’ya (Bayındırlık İşleri), Nafia’dan Sadarete (Başbakanlık), Sadaretten Saraya iletilir. Bu süre zarfında tam 6 yıl geçer ve mutasarrıf işi yaptırmaktan nihayet vazgeçer”

Merkeziyetçi yapıyı fıkra gibi anlatan tarihi bir olayı nakletmeden olmaz. Şair Eşref, Kırkağaç kaymakamlık binasının çatısının aktığını, onarılması gerektiğini merkeze yazmış. Merkezden yazıya cevap gelmiş “Nerelerin aktığını tek tek bildiriniz…”  Bunun üzerine de Şair Eşref meseleyi şöyle izah etmiş  “Efendim, musluklar hariç her yeri akıyor.” Diyerek bürokratik yapıyı alaycı bir şekilde tarif etmiştir

 Yerel yönetimler hızlıdır amma ölçü kaçmamalı. Ülkemizde 2014 yılında yapılan düzenleme öncesi belediye sayısı 3.225 civarında idi. Bugün toplamda 1.402 belediye var. Büyükşehir olmayan illerde 399 belde belediyeleri devam ediyor. Bu rakama inene kadar yaşanan süreci çektiğimiz sıkıntı ve gösterilen direnci çok iyi biliyorum. Belediyelerin azaltılması konusunda açılan davada AYM uygun bulmuş yürütmenin lehine karar vermişti. Danıştay; Anayasa Mahkemesi kararları herkesi, her kesimi bağlar hükmüne aykırı hareket etmiş muhalif karar vermişti. Bakıyorum da ne direnişlerle karşılaşmışız, dağcılar gibi sarp kayalıkları tırmanmışız vesselam.

Kamu yönetiminde reform yapmak kolay olmuyorDeğişime en çok direnenler konum kaybedenler olur. Adam belediye başkanıdır. Belde belediyesi kaldırılınca adamın kimliği, statüsü elinden alınıyor. O nokta aşılması gereken bir tümsektir.

İşte o tümsek, kendini değil de ülkesini milletini düşünen insanlarla aşılabiliyor.

Ak Parti Bursa il başkanı seçildiğim kongrede, Bursa Atatürk Spor Salonunu duvarında bir bez afiş asmıştı gençlerimiz. 55 sıfır yapacağız yazıyordu. 2004 yılında yapılacak belediye seçimlerinin hedefiydi o afiş. Bu gün itibariyle Bursa’da 17 ilçe ve Büyükşehir belediyesi ile toplam 18 belediyemiz var. O gün ilave olarak 37 belde belediyesi vardı.

Belde belediyeleri bütçeye Türkiye geneli hesaplandığında ciddi yük bindiriyordu. Kanun mevzuat değişikliği yapılarak sırf seçim kazanmak uğruna kültür mantarı gibi her ilden belediye fışkırıyordu. Belediye hakkı tanımak kolaydır ama geri almak reform hareketidir ki; çok zordur.

Milletvekili olduğum dönemde yapılan bir düzenleme ile Büyükşehir sınırları içindeki belde belediyeleri kapatılıyordu. Bir baktım ki bizim AK Partili Belde Belediye başkanlarından CHP’lilerin peşine takılmış Ankara’ya gelenler olmuştuHatta TBMM lokantasında CHP’li vekillerin misafirleri olduklarını görünce gözlerime inanamadım! Reform değişimdir. Değişim ise ucu sana dokunsa da fedakârlık ister.

Aklın yolu birdir. Alman devleti de yaptığı reformlarla (üstelik Doğu Almanya ile birleşmiştir) 24.371 olan belediye sayısını 11 bin civarına indirmiştir. Almanya ekonomide bir dünya devidir ve nüfusu bugün itibariye 84.360.029 dur.

Japonya’da 10.520 olan belediye sayısı, 1.750 civarına indirilmiştir. Japonya’nın nüfusu Bugün bu saat itibariyle (Almanya’da olduğu gibi Japonlarda nüfusu anlık olarak internete yansıtıyor) 123.386.447 olduğunu not edelim. 14 bin 125 adadan oluşan Japonya’da 260 ada üzerinde yerleşim vardır. Buna rağmen belediye sayısı azaltılmıştır

Bürokrasi ve Mevzuat hazretleri ayrılmaz ikilidir

TOBB başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu bürokratik süreçle ilgili bir fıkra anlatmıştı

Adam bataklığa düşmüş, kurtaran yok mu diye bağırırken birini görmüş. Hey arkadaş oralardan dal, ip gibi bir şeyler bulup atsan da şu bataklıktan kurtulsam demiş.

-Kusura bakma arkadaş, ne ip atarım ne dal uzatırım, Sen hazine arazisinin içindesin. Hazineden mal almak suçtur. Ben şimdi muhtara söyleyeceğim, o da kasabaya gider kaymakama senin bataklığa düştüğünü söyler. Kaymakam mal müdürü ile istişare edip seni hazine arazisindeki bataklıktan çıkarmak suç mu değil mi kararını verecekler.

Eğer çıkarmak suç değilse hiç merak etme itfaiye gönderirler seni kurtarırlar.

Bataklıktaki adamda; senin bu dediğin olana kadar ben burada batar ve ölürüm.

-Ben sana ölmezsin demedim ki. Ölürsün ama mevzuata uygun ölürsün.

Hayrettin ÇAKMAK

Devamını Oku

Suriye ve Türkiye (3)-Hayrettin Çakmak

Suriye ve Türkiye (3)-Hayrettin Çakmak
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Barış Pınarı harekâtı bizim için hayati bir konu idi ve kararlıydık. CB Erdoğan başkan Trump’la 6 Ekim 2019 tarihinde çok net ifadelerle görüşmüştü. ABD Türkiye’nin Fırat nehrinin doğusunda yer alan sınırlarındaki kuvvetlerini çekmek zorunda kalmıştı. Her ne kadar harekâtı desteklemiyoruz, İki müttefik ülke arasında gerginlik olmasın diye çekiliyoruz deseler de; SDG sözcülüğü ABD tarafından ihanete uğradıklarını belirtmişti.

Trump Harekâtın başladığı 9 Ekim’de CB Erdoğan’a tehdit dolu bir mektup gönderir. Trump her ne kadar kaba saba biri olsa da; mektubu yazmasındaki amaç, Amerika kamuoyunda düşen itibarını korumaktır. Hegemonik devletler bunu hep yaparlar.
İnönü’ye meşhur Johnson mektubu vardı. “Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri harekât niyetinden haberdar olduğunu ve bundan endişe duyduğunu, acil istişare talebini bildirip, aksi takdirde NATO Konseyi ve BM Güvenlik Konseyi’nin acele toplantıya çağıracaklarını ” belirtmişti. Devamında “Karşınızda Sovyetler Birliği’ni bulursanız, yanınızda biz olmayacağız” tehdidini de yapmıştı. O zaman o mektup gizlenmişti. Türkiye sesini çıkaramamış sus pus olmuştu. Hatta 1965 seçimleri yapılmış Demirel’in Adalet Partisi tek başına iktidara gelmiş, baskılara rağmen mektup yinede açıklanmıyordu. Demirel oyalama yapıyor “mektubun açıklanması için ABD izni gerekir” gibi bir palavra ile geçiştirmeye çalışıyordu. Gazeteci Cüneyt Arcayürek mektubu ele geçirmiş ve Hürriyet gazetesinde yayınlamıştı. Yılın gazetecisi seçilmiş ama hakkında bir sürü soruşturma yapılmış, dava açılmıştı
Trump Suriye siyasetinde geri adım atmanın kaybını kabalıkla kurtarmaya çalışmıştı.  “Sayın Başkan, İyi bir anlaşmaya varalım! Binlerce insanın katledilmesinden sorumlu olmak istemezsiniz ve ben de Türk ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemem ki; bunu yaparım. Rahip Brunson meselesinde size zaten bunun küçük bir örneğini gösterdim. Mektup aynı kabalılıkla devam ediyordu. Bu mektup ABD ziyareti sırasında CB Erdoğan tarafından kendisine iade edilmiştir.
Hindistan açıklama yapıyor, “istikrarın bozulmaması için Türkiye’nin harekâtı durdurması gerekir” Gel de gülme. Suriye’de bir istikrar vardı ki sormayın gitsin.
Çin Türkiye’nin güvenlik endişelerini haklı buluyor fakat bir süre sonra Çin’de de harekâtın durdurulmasından dem vuruluyordu.
Bütün bu çelişkiler, lobilerin devreye girip verdirdiği beyanatlardır. (Hatta 1905 Rus devrimi, 1908 Abdülhamit’in tahttan uzaklaştırılması, 1911 Çin devriminin arkasında aynı lobinin olduğu söylenir.) Bugün ABD ile Çin kapışmasını tetikleyen aynı lobidir.
                       
Türkiye bütün engellemelere rağmen geri adım atmamış sonuçta;  ABD ve Rusya gibi iki kanatla anlaşma yapmayı başarmıştır. Gerek Amerika’da ve gerekse Avrupa’da, Türkiye “bütün istediklerini aldı” görüşü ifade edilmişti.
Dün Kıbrıs’ın Rumlardan kurtarılması mücadelesi vardı, bugün güneyimizde kukla bir devlet kurulmasını engelleme mücadelesi veriyoruz. Henüz her şey bitmiş değil ama bütün dünya  “bizdeki müebbet muhalefet hariç Türkiye kazandı” diyor.
Dış siyasette senin kadar karşı tarafında tezleri vardır. Önemli olan senin ne aldığındır.
Meselâ Lozan madde 59’da Yunanistan’ın Anadolu’da savaş yasalarına aykırı davranıp, doğan zararların yükümlülüğünü kabul ediyor. Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’dan her türlü zarar giderim isteminden kesinlikle vazgeçiyordu.
Maddede söz edilen Polatlı’ya kadar Anadolu işgali “yaptırılan” Yunanistan’ın ödemesi gereken savaş tazminatıdır. İnönü batı cephesi komutanı idi. Yunan ordusu çekilirken Ege ve Marmara Bölgesine yaptığı zararı bizzat gözleriyle görmüştü.
Vakit Gazetesi muhabirine verdiği beyanatta İnönü; Yunan’ın Anadolu’da yaptıkları tahribatın maddi değerinin Bir milyar beş yüz bin altına vardığını, yanan iki yüz seksen bin evin ise üç yüz milyon lira kıymet kaybına sebep olduğunu, götürülen hayvan ve eşyanın da yedi yüz milyon lira kıymetinde olduğunu söylemişti. (toplamda iki milyar beş yüz bin altın) Yunan da bizden göç eden Rumların mallarına karşılık tazminat istemişti. TBMM de yaptığı konuşmada İnönü 4 milyon altın istediğimizi söyler. Sonuçta bize bunlardan vazgeçmemiz telkin edildi biz de vazgeçtik. Amma Lozan’da Osmanlı’dan kalan borçları 1954 yılına kadar ödedik. Ayrıca itilaf devletleri bizden
30 milyon lira altın savaş tazminatı istedi 10 milyon lira olarak kabul edip ödemiştik.
Burada Lozan’ı tartışmıyorum. Burada görülen şudur; kurtuluş savaşının galibiyiz,  Yunanı denize döktük diyoruz Lozan’a gidiyoruz. Birinci dünya savaşının galibi itilaf devletleri karşısında; Ankara’da TBMM öncülüğünde kurulan yeni devletin tanınmasını sağlamak uğruna taviz üstüne tavizler vermişiz.
Öyle ölümler gösterdiler ki sıtmalara razı geldik. Biz tazminat isteyince onlarda bizden tazminat istediler. İngiltere iblisi savaşın uzamasından bizi sorumlu tuttu ve devamlı tazminat istedi. Osmanlı’nın parasını verip sipariş ettiği iki gemimizi bize vermedi ve bunu Lozan’a madde olarak koydu. Ayrıca Almanya’dan alacaklarımıza da el koydu.
Bu konuları Türkiye’de birilerine sorarsanız; “ Lozan Türkiye’nin tapusudur” vurgulu cümlesiyle karşılaşırsınız. Demek ki masada haklı olmak yetmiyor, Konjonktür uygun olacak, uluslar arası bağlar lehinde olacak, her şeyden mühimi bileğin güçlü olacak.
Barış Pınarı harekâtı için Türkiye kesin kararlı olunca ABD bizimle çatışmayı göze alamadı çünkü kendine bir yarar sağlamazdı. Terör örgütü Deaş’ı yendik gerekçesine sığınıp çekilmek işine geldi. Bir de ABD kamuoyuna kahramanlık tiyatrosu oynadılar. Yüzde yüz kendi imalatları olan örgüt lideri Bağdadi’yi öldürdüler. Gerçi bu ölüm gazeteci Ergün Diler’ in tespitlerine göre; Bağdadi’nin 19.ölümüydü ama Trump’a iç siyasetinde hem çekilme haklılığı sağlar, hem de başkanlık seçiminde propaganda malzemesi olacaktı.  ABD bunu hep yapıyor.  Barack Obama da 2007 yılında böbrek yetmezliğinden ölmüş olan Usame bin Laden’i 2011 yılında tekrar öldürmüş ayağına taş bağlayıp (!) okyanusa atmışlardı)
Şair Murat Kahraman Muradi’nin ”Suriye Tarihi” şiirinden iki kıta ile bitirelim
Altmış sene kilit vardı dilinde, Hafız mı Beşşar mı katil elinde
Hiç yaprak açmadı gonca gülünde, Gözümün önünde öldü Suriye.
Farkı yoktu İstanbul’dan Bolu’dan, Kum çölü yumuşak ipek halıdan
Kutsal topraklara Anadolu’dan, Harem’e uzanan yoldu Suriye .

Devamını Oku

Türkiye ve Suriye – Hayrettin Çakmak

Türkiye ve Suriye – Hayrettin Çakmak
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Gazeteci Güneri Civaoğlu anlatmış ve yazmıştı: 1991 yılı birinci Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’daydım. Bizim büyükelçi, ABD elçisine rica etti. ABD kuvvetlerinin komutanlığından “Bilgilendirme” randevusu aldı. Amerikalılar büyük
bir oteli “komuta merkezine” dönüştürmüşlerdi. Beni ABD’li bir Yarbay, Brifing odasına götürdü. Daha önce Ankara’da görev yaptığı için akıcı ve düzgün Türkçe konuşuyordu. Saddam’a karşı yapılmakta olan hava harekâtını, başlayacak kara savaşını anlattı. Sonra. Mealen şu garip lafları etti.
“Biz savaştan sonra buralardan çekileceğiz. Geride bıraktığımız silahlar özellikle Kuzey’de Kürtler tarafından ele geçirilecek. Silahlanan Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek. Ya istedikleri toprakları vereceksiniz, ya da savaşacaksınız”

Duyduklarıma inanamıyordum. Türkiye ile ABD müttefiktir “Türkiye sınırlarına tecavüz, NATO’ya saldırı sayılır. Bu dedikleriniz anlaşılır gibi değil” gibi itirazlarım oldu. ABD’li Yarbay oralı olmadı. “Biz gideceğiz, ben bölgede olacakları söyledim” gibi cevaplar verdi.
Yıl 2015 Selahattin Demirtaş Beyoğlu’nda bir otelde Süryani, Rum, Ermeni ve Yahudi toplumunun temsilcileriyle kahvaltılı toplantıda, dönemin başbakanı Davutoğlu’nun “PYD Fırat’ın batısına geçmeyecek. Geçtiği anda vururuz dedik. 2 kere de vurduk” sözüne karşılık Demirtaş:.”YPG Fırat’ı geçecek, sen de mal mal bakacaksın” deme cesaretini hangi güçlerden alıyordu? Dersiniz!
Avrupa’nın ve Obez oğlu ABD’nin dostluğu müttefikliği nedir sorusuna cevap arayalım mı? Bu cevabı Mehmet Akif Ersoy vermiş. Mithat Cemal Kuntay naklediyor.
Umumi Harpte (birinci dünya savaşında) Viyana’da idim; (Akif Teşkilatı mahsusa/Gizli servis görevlisi olarak gitmiştir) bir gece Viyana kiliselerinin çanları çalmaya başladı; otelin penceresinden baktım; caddede her elde bir mum, herkes haykırıyordu. Kendi kendime: Müttefikimiz Viyanalılar galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar dedim. Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya:
“Bir zafer haberi mi var” dedim.
 Adam:“Zafer de söz mü? İngilizler Müslümanlardan (Osmanlı’dan) Kudüs’ü aldılar: İngiliz ordusu Allenby’nin kumandasında Kudüs’e girdi. Mukaddes şehir “ay”dan (Hilalden) kurtuldu, “haç”a kavuştu” dedi.
Biz o haçlı Almanya’nın Avusturya’nın yüzünden harbe girdik, İngiliz’e karşı savaş verdik ve koca imparatorluk elimizden gitti. Onların neye sevindiğini de gördünüz. Böyle bir tecrübeye rağmen yıllarca bu haydutlara “dost ve müttefik” dedik durduk.
Osmanlı’nın yıkılışı süreci dâhil; bu coğrafyada yaşanan bütün olaylar önceden yapılan “uzun vadeli planlar” sonucudur. Hiç biri tesadüf eseri değildir.
Dün ve bugün Suriye’de önlemeye çalıştığımız hamle nedir? ABD Ulusal Güvenlik yetkilisinin ifadelerine göre Türkiye’nin güney sınırına paralel “İkinci İsrail Devleti” kurma hedefidir. İsrail bu coğrafyada her zaman bir “sopa” gibi durmuştur. Sadece Filistin değil; bölge ülkelerine hep bu sopa gösterilmiştir. Bölge ülkeleri sopa ile kavga edeceğine; sopayı tutan elle kavga etselerdi, işin başında ellerindeki imkânları, petrolü İsrail ve hamilerine karşı kullansalardı bu gün bu sıkıntılar yaşanmazdı.
ABD başkanlarından Trump Suudi Arabistan’da bir kılıç dansı yaptı 380 milyar dolarlık silah sattı. İngiliz başbakanlarından Margaret Tahtcher tesettüre girip gelmiş, o da söğüşleyip gitmişti. Öte yandan yıllardır Filistin, Kudüs işgal altında Mescidi Aksa kan ağlıyor. Sadece Filistin’mi? Halkı Müslüman olan komşu ülkelerin tamamı zihnen işgal altındadır. Netenyahu iblisi: İktidarlarınızı korumak istiyorsanız sessiz kalın dedi. Hiç birinin gıkı çıkmadı. İşin doğrusu Netenyahu ve İsrail bir hiçtir. Sadece ABD ve batı dünyasının tetikçiliğini yapıyor.
Mahir Kaynak’ın o meşhur tespitini hatırlatmakta yarar var. “Diyorlar ki terör örgütleri yeni bir devlet kurma derdinde, Hayır efendim yanlış! Hiçbir örgüt devlet kuramaz tüm örgütler büyük İsrail devleti kurulsun diye kurulmuştur.”
İsim olarak karşımıza YPG PYD PKK vb. olarak çıkan yapı, esasında tamamen ikinci İsrail’dir. 1991 yılında ABD’li yarbayın “toprak talebi” diye özetlediği “Türkiye’nin bölünmesi” projesidir. Türkiye 1984 yılından bu yana tam 40 yıldır PKK terörü ile boğuşuyor. Ne zaman çözüm odaklı siyasi bir hamle yapılsa; kontrol dışı olaylarla karşılaşıyoruz. Yukarıdaki plan sahipleri NATO sayesinde içimizdeki gizli yapılanmaları, kayıt dışı oluşumları da devreye sokarak her zaman önleme yapmışlardır.
Gazeteci Uğur Mumcu PKK terör örgütü ile ilgili ulaştığı ilişkiler ağı için Turgut Özal’ı arar, Özal dinledikten sonra; Eşref Bitlis’le görüşüp gelmelerini söyler, kendisi de çok güvendiği Adanan Kahveci ’ye bu durumu anlatır.
Bu sırrı bilen dört kişiden
Uğur Mumcu 24 Ocak 1993
Adnan Kahveci 5 Şubat 1993
Eşref Bitlis 17 Şubat 1993
Turgut Özal 17 Nisan 1993 tarihinde olmak üzere iki buçuk aylık kısa bir süre içinde arka arkaya çeşitli suikast yöntemleriyle öldürüldüler. Olayın boyutu ve hasımlarımızın acımasızlığını göstermek için bu örneği verdim. Önlemeye çalıştığımız plan budur!
Laboratuar ürünü Daeş diye bir terör örgütü ürettiler (ürettiler diyorum çünkü; Donald Trump Daeş’i Obama kurdu dedi) Daeş’le mücadele görüntüsü altında diğer terör örgütlerine (PYD, YPG, PKK) legalite sağladılar ve ağır silahlarla donattılar. Sorduğumuzda ise;  batılı dönekliği, batılı yalancılığıyla, batılı yüzsüzlüğüyle oyalamaya gittiler. Onlar Daeş’e karşı savaşan bizim kara kuvvetlerimiz dediler.
Dediler amma birde ne görelim Fransız çimento devi Lafarge adlı şirketin Suriye’de Daeş’i fonluyomus. “insanlığa karşı işlenen suçlara ortak olmak” suçlaması ile mahkemeye düşmüştü. Bu devletler NATO’da bizim müttefikimiz öyle mi?
Uluslar arası arenada haklı olmak yetmiyor! Güçlü olmak şarttır. 1980’li yıllarda
“ilim ve Sanat” dergisinde bir diplomatımızın görüşlerini okumuştum; “Uluslar arası hukuk nedir? Ne değildir?” konusunu anlatırken mealen: “haklı olabilirsin ama haklılığını gücün varsa uygulatabilirsin” diyordu. BM’den sayısız karar çıkmasına rağmen İsrail bildiğini okumuştur. 1941 ya da 1969 yılları BM haritalarına bakın, bir de bugünkü fiili duruma bakın; neredeyse Filistin diye bir devlet kalmamış tamamı İsrail işgalindedir. Bugün ise Suriye’nin başkenti Şam’a yürüme mesafesinde kadar geldiler. Gelene İsrail diye bakmayın. Gelen “ehlisalip” Haçlı batılılardır.  
Yazar Alev Alatlı anlatmıştı:
Filistinli kadın diyor ki; “Ben 6 çocuk doğurmakla yükümlüyüm”
İkisi eve ekmek getirecek,
İkisini de okutmak lazım ki işe yarasınlar
İkisini de İsrail öldürecek,
Kadın bunu bütün samimiyetiyle inanarak ve hayatın gerçeği olarak söylüyor.
Ezcümle hem akılcı siyaset hem de bilek gücü gerek. Bugün savunma sanayimize dudak büken zihnen malul muhalif kafalar; Türkiye hâlâ İsrail’den Heron dilenseydi güneyimizde o kukla devlet kurulumuştu.
Dünya kırılmaların yaşandığı bir takvim aralığındadır. Bu süreçte yürütülecek diplomasi, ip üstünde cambazlık gibidir. Bir an bile gözümüzü kapatamayız. Her an tetikte olup devlet aklıyla hareket etmek mecburiyeti vardır.
Vatan toprağı sınırların dışından korunur, bu sebeple Suriye’de işimiz var, milli menfaatlerimiz için Libya’da Irakta, Katar’da Azerbaycan’da Afrika kıtasının ortalarına kadar gittik. Gitmeliyiz. Kısaca gücümüzü geri kazandığımız nispette, tarihte ayak izimizi bıraktığımız coğrafyalarda varlık göstermemiz bir mecburiyettir.

Hayrettin ÇAKMAK

Devamını Oku

Suriye ve Türkiye – Hayrettin Çakmak

Suriye ve Türkiye – Hayrettin Çakmak
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bizdeki müebbet muhalefet, erbabı ebret (ihtilaf), Suriye ve Libya konusunda “ne işimiz var Suriye’de, ne işimiz var Libya’da” diye zırvaladıkça; gündemle ilgili birkaç yazı kaleme almıştım. O yazılardan bazı bölümleri hatırlayarak yol alalım.

Suriye ile 877 Km sınırımız var. Sınır çizilirken aileler bölünmüştü. Öyle bir bölünme ki; kardeşin birinin evi Suriye’de kalmış, birinin Türkiye’de, 1516’da Osmanlı tarafından fethedilen Suriye, Osmanlı’nın önemli bir parçası idi. ABD 10 bin Km öteden gelecek Suriye’de ne işin var demeyeceksin, Türkiye için ise ne işimiz var orada diyeceksin. “Aman ha! Sakın ha!” tonlamalı ikazlar. Bunları söylerken de; her zaman yaptıkları gibi istismar düğmesine basarak Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüyle iddialarını bir buyruk haline getirip güçlendirmeye çalışırlardı.

Uğur Mumcu “Bu memlekette banka soyarken kar maskesi, darbe yaparken Atatürk maskesi taktılar” demişti. Sadece bu iki kesim mi? Suç işleyen hemen her müzmin muhalif Atatürk istismarı yapıyor.

Muhalefete ait vekilin arabasında kaçak elektronik sigara yakalanınca bakın ne demiş “Kurucu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri ve hedefleri doğrultusunda ülkemizin tamamında ve şehrimiz Edirne’de çalışmalarımı sürdürmekteyim”

 Halk dilinde “Lâfa bak hizaya gel” diye bir deyim var. Biraz değiştirip “Zırvaya bak hizaya gel” demeli. Kurucu önderin ilkeleri diyene bakın. Bu ilkeler altı ok olarak CHP’nin amblemidir. Atatürk ilkelerini bilmiyorsan biz sana sayalım.

1.Cumhuriyetçilik 2. Milliyetçilik 3. Halkçılık 4. Devletçilik 5. Laiklik 6. İnkılâpçılık

Bu ilkelerin içerisinde “Kaçakçılık” diye bir ilke var mı? Pek muhterem vekil

Asıl konumuza dönersek; ABD zararlısı sınırımızda yeni bir devlet kurma peşinde, Hem Suriye hem de Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikede, sen kalkıyorsun ne işimiz var orada diyorsun. Yakın tarihe bir bakalım dünyada neler olmuş.

 Yıl 1938 Avusturya’yı ilhak eden Nazi Almanya’sı gözünü Çekoslovakya’ya dikmişti. Onlardan da Almanca konuşan Südet’ler bölgesinin kendilerine bırakılmasını isterler. Siyasi duruşlarına bakınca hem İngiltere hem de Fransa yöneticileri ne pahasına olursa olsun savaştan uzak durmak istiyordu. Bu nedenle aşağıdaki tavizi verdiler. Alman diktatör Adolf Hitler ve İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain el sıkışır ve Südet bölgesinin Almanya’ya verilmesine Münih anlaşmasıyla karar verirler. Hatta İngiltere ve Fransa; Çekoslovakya’ya “anlaşmaya uyması” için Ültimatom verdiler.                                                                                                         

Chemberlain İngiltere’ye barışı garanti altına aldığını düşünerek dönmüş ve parlamentoda yaptığı konuşmada  “Onurlu bir anlaşma ile yüz yılın savaşını durduk der.” Bunun üzerine Churchill kendisine çok sert ve bir cevap verir. Özet olarak “Onurunla savaşman gereken yerde, korkarak kaçtın ve ahlaksızca Çekoslovakya’yı Hitler’e sattın! Hitler orayı yuttuktan sonra Londra’da patlayacak bombaları ve Hitlerin askerlerini burada göreceksin” der. Nitekim bir yıl sonra ikinci dünya savaşı başlamıştır ve Hitler’in uçakları Ekim-1940 tarihinden Haziran 1941 tarihine kadar “Blitz (Yıldırım saldırı) operasyonlarıyla Londra’yı tam sekiz ay boyunca bombalamıştır. İngiltere bu saldırılardan Hitler’in 1941 Haziran ayında Rusya’ya saldırmasıyla kurtulmuştur.

Bunları niçin anlattım? Churchill; ülkesinin başbakanının korkak davranmasını eleştirmiş tehlikeyi öngörmüş ve haklı çıkmıştı. Sonuçta bir felaket yaşanmıştı. Suriye konusuna bizimde önümüzde böyle bir tehlike vardı. Ya korkacağız, iğdiş edilmiş bir siyasi figür olacağız ya da çıkarlarımız için sonuna kadar diplomasinin inceliklerini de kullanarak netice alacaktık. Olmadı savaş gerekti, o zaman da savaşacaktık.

Prusyalı general ve askeri teorisyen Carl von Clausewitz “Savaş, diplomasinin başka araçlarla devamıdır.” Sözünü boşuna dememiş.

Cumhurbaşkanımızın “Bugün Kamışlı’da, Resulayn’da, Tel Abyad’da İdlib’de vermediğimiz savaşı, yarın Şırnak’ta, Mardin’de, Hatay’da Gaziantep’te, vermek zorunda kalırız. Çünkü senaryonun asıl hedefi Suriye değil, Türkiye’dir. İstediklerini alanlar, namluları hemen Türkiye’ye çevirecektir.” Demiştir. Bir devlet başkanı Türkiye üzerine yapılan planı daha açık nasıl ifade etsin?

Rusya ile son yıllarda diplomasi ile sağlanan ilişkileri doğru okuyamıyoruz. Bu ilişkiler karşılıklı çıkar ilişkileridir. Bizim insanımızın garip bir naifliği var. ABD ve NATO bizi üzdü diye neredeyse Rusları Aşere-i Mübeşşere’den sayacağız. Daha düne kadar Moskof ( acımasız zalim) diyorduk. Tekrar edersek İngiltere dışişleri bakanlarından Lord Palmesston’un şu iki cümlesi hariciyede kuraldır.

“Devletlerin ebedi dostları ve düşmanları yoktur. Sadece çıkarları vardır.”

“İngiltere’nin ebedi dostu ve düşmanı yoktur. Değişmez çıkarları vardır.”

Suriye konusunda biz güvenli bölge oluşturalım derken; Rusya “güvenli bölge” meselesini Esed rejimi ile Türkiye arasında “sınır güvenliği” noktasına indirgemek istiyordu. Bu ne demekti? Esed’in sınırlarımızın dibine gelmesi demek hem rejim üniforması giymiş PKK, PYD, YPG demek, ayrıca Türkiye’de ikamet eden Suriyelilerin geri dönmemesi demekti. Rusya bunu bilmiyor mu?  Kaba deyimiyle domuz gibi biliyordu ama işine öyle geliyordu.

Mültecilerin geri dönüşü niçin istenmiyordu? Bunun sebebi de; Suriye’nin iç savaştan önceki nüfusu 22 milyon civarındaydı. Bu nüfusun yüzde 60’ı Sünni Arap, yüzde 10’u Sünni Kürt,  yüzde 5’i Türkmen, yüzde 10’u Nusayri Arap, yüzde 10’u Hıristiyan Arap ve yüzde 3’ü Dürzi Araplardan oluşmaktaydı.

1970 darbesinden bu yana Suriye %10’luk Nusayri nüfustan baba Hafız Esed ve oğlu Beşar Esed tarafından yönetilmektedir. Yeni yapılacak bir anayasa ile gidilecek seçimi kazanması imkânsızdır.  Bu nedenle de Suriye’nin boşaltılması diğer plan yapanların İsrail ve ABD yanında Rusya ve Esed’in de öncelikli hedefi idi. Yüzde 60 Sünni nüfus ülkeden kovulmalı ki Esed rejimi devam etsin. Görüldüğü gibi Türkiye dışında herkes aynı fikirde idi. Zaten ABD ve İsrail, Esed’in varlığından son derece memnundu. İsrail istediği zaman bombalıyor karşılık verilmiyordu. Esed’in kaçışı İsrail’i üzmüş olmalıdır.

Rusya, çıkarları gereği Suriye’de önce Akdeniz’i, sonra da buradaki varlığını teminat altında tutacak bir yönetimi istiyordu. Burada çıkarlar dostluktan önce geliyordu. Bizde Libya’da hükümetin yanında olduk ve o sayede “deniz yetki anlaşması” yaptık

Hulasa edersek; “dost ve müttefiklik yok, stratejik müttefiklik vardır” Uzunca bir süredir bize karşı yapılan gayri nizami/hibrit bir savaş vardır ve biz bunun için ABD ve Rusya’nın bulunduğu bir yerde üç harekât yaptık ve askerimizi Suriye’de tuttuk.

Etrafımız ateş çemberi, güç olmadan, güç kullanmadan diplomasi yeterli olmuyor.

Türkiye artık “Vur ensesine al ekmeğini” ya da “Konuşur konuşur bir şey yapmaz” diye bilinen Türkiye değil. Ne dediysek ne işaret verdiysek altı doludur.

Esed’e gel konuşalım dedik gelmedi, sonuç ne oldu? Kuyruğu sıkıştırıp defoldu.  

Öcalan TBMM’de Dem Parti grubuna gelsin, örgütü feshettim desin dedik mi?

Dedik. Bekleyelim bakalım.

Hayrettin ÇAKMAK

Devamını Oku

Kılıç şov darbe virüsüdür – Hayrettin Çakmak

Kılıç şov darbe virüsüdür – Hayrettin Çakmak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye çok partili sisteme, engin demokrasi arzusu ile geçmedi. Yeni kurulan dünya sisteminde yer alabilmek için mecburen geçmiştir. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimi Demokrat Parti açık fakla kazanınca; Türkiye üzerine hesap yapan Ehlisalip (haçlılar/Batı dünyası) tedirgin olmuştu.  Her ne kadar Demokrat Parti, CHP içinden çıksa da, Tek Parti yönetimiyle arasında ciddi farklar vardı. Mesela: Birinci Menderes hükümeti 2 Haziranda 1950 tarihinde güvenoyu alıyor. Meclise sevk edilen ilk kanun, Ezanın aslına döndürülmesi kanunudur. Bu kanun 16 Haziran 1950’de kabul edilir.

Batı dünyası “Ezan” yüzünden neden tedirgin olsun diyemeyiz. Türkiye Osmanlı bakiyesi olduğu için aslından uzaklaşması gerekiyordu. Hatırlanacağı gibi; Türkiye Hilafeti kaldırdıktan sonra İngiltere Lozan’ı onaylamıştır.  Sadece batılılar değil içeride de tedirgin olanlar vardır. Genel Kurmay Başkanlarından İsmail Hakkı Karadayı 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan post modern darbe MGK’sında “Laiklik ilkesinin bozulması, ezanın Türkçe okunmasından vazgeçilmesiyle başladı” demiştir.

Aynı kişi 1960 darbesinden 52 yıl sonra 26 Haziran 2012 tarihinde Meclis’teki 28 Şubat darbesini araştıran alt komisyona verdiği ifadede “Menderes’in en önemli hatası Türkçe ezanı değiştirmesidir” demiştir.  

Türkiye İstiklal mahkemeleri cenderesinden geçmiş, darağaçları ile terbiye edilmiştir. Her şey bir yana Türkiye’de iki seneye yakın bir süre radyoda Türk müziği yayını yasaklanmıştır.  Buralardan gelen bir ülkede ilk kanun ezanı aslına çevirmek olunca;

Dâhili ve harici bedhahların tansiyonu oynamıştır.

Bu atmosferde; asker içindeki cuntalar, gazeteler, yüksek yargı, dışa bağlı işadamları (komprador yapı) ve üniversite yönetimleri işbirliği yaparak vesayet sistemi kuruldu. 1960 hain darbesi “Hürriyet ve Anayasa bayramı” olarak 1980 darbesine kadar kutlanmıştır. Bu yapı ile oluşan Statüko sayesinde Türkiye’de siyaset çarmıha gerilmiştir. Siyaset kurumu bürokratik vesayetin çizdiği dar bir alana hapsedilmiştir. Atanmışlar seçilmişlere istikamet veriyordu. Askeri bürokrasi devletin yüzde 51 hissesi bendedir benim dediğim olur davranışı sergiliyordu. Seçimle işbaşına gelen başbakan  deyim yerindeyse şirketin genel müdürü pozisyonundaydı. İstedikleri zaman siyasilerin görev sürelerine müdahale ediyorlardı. Yapılan darbe ve muhtıraların sebebi budur. Milli güvenlik kurulunda alınan kararlar güya tavsiye niteliğinde olurdu ama “hele bir yapmada göreyim” üslubu ile dikte ettirilen tehditli kararlardı.

Her şeye ama her şeye müdahale ederiz zihniyeti vardı. Konunun iyi anlaşılması için Mesela diyelim ve gazeteci Sabahattin Önkibar’ın “İtiraflarım” adıyla kaleme aldığı kitabından bir olayı özetleyerek aktaralım.

Yıl: 1993 Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Bursa Milletvekili ve Kit komisyonu başkanı Mehmet Gazioğlu’nu karargâha davet eder. Fisunoğlu Ağustos şurasında kesin olarak Genel Kurmay Başkanı olacaktır. Çünkü mevcut başkan Doğan Güreş görev süresinin uzatılması konusunda yapılan Spekülasyonlara şeref sözü diyerek asla kabul etmem taahhüdünde bulunmuştu.

Davete icabet eden Gazioğlu kapıda çok önemli misafir statüsü ile karşılanır. Paşanın makamında da kalabalık bir askeri heyet vardır.  

Fisunoğlu “bu arkadaşlar benim Genel Kurmay Başkanlığım dönemimde yakın çalışma ekibimde olacak isimler” der ve peşi sıra konuya girer “Özal’ın vefatı ile Sayın Demirel Köşk’e çıktılar” TSK olarak yeni başbakanın kim olacağı konusunda kapsamlı çalıştık ve “bizim ölçülerimize göre devletimizin bekası adına DYP’ye başkan ve Türkiye’ye başbakan siz olmalısınız”

Gazioğlu “ben tanınmıyorum, adım bu konuda hiç geçmedi,  benim için çok erken, bırakın kamuoyunu ailem bile şaşırır” der amma; Fisunoğlu Paşa “Bakın Sayın Gazioğlu mesele tanınmak ve kongreyi kazanmak ise biz onu hallederiz. Siz evet deyin gerisini bize bırakın”

Önkibar “bu diyalog ikinci elden bir duyum değil, yüzde yüz hakikattir” diyor.

Devam eden süreçte Doğan Güreş, DYP kongresinde bütün ağırlığını Tansu Çiller’den yana kullanır ve TSK bu konuda resmen ikiye bölünür. Tansu Çiller kongreyi kazanır ve başbakan olur. Tabi ki; Fisunoğlu’ndan intikamını almakta gecikmez, ilk yüksek askeri şura toplantısında Güreş’in görev süresini uzatır, Fisunoğlu da o sürede yaşı dolduğu için emekli olur ve Genel Kurmay başkanı olamaz.

Konumuza dönersek; Bizim Anayasalarımızda, kanunlarımızda askerin siyasi parti kongresi kazandırmak, başbakan atamak gibi ne bir görevi ne de yetkisi yoktur hiçbir zamanda olmamıştır.

Peki; o gün bu yaşananlar nedir? Sorusuna cevap ararsak, yukarıda sözünü ettiğimiz büyük hissedar benim! Zihniyetidir, yanlış inanışıdır.

Tek Parti dönemi ve 1960 darbesi CHP için aleyhte siyasi bir sabıkadır.

Celalettin Can’ın Independent Türkçe için Hüsamettin Cindoruk’la yaptığı röportajda Cindoruk; Darbeden sonra bir CHP mebusu asker üniformaları giyip sokağa çıkmıştı. Darbeyi CHP’nin yaptırdığı izlenimine mani olmak için İnönü “Biz bu darbenin ne içindeyiz ne dışındayız” dedi.

1960 darbesinin ikinci günü Cemal Gürsel, İnönü’yü arayıp “Bir emriniz var mı?” diye sorduğunda İnönü, “Büyük bir iş yaptınız. Başarınıza yardımcı olmak için asıl ben sizin emrinizde olacağım” karşılığını vermişti. Eğer İnönü isteseydi idamlar olmazdı.

27 Mayısçılar, yıllar sonra yaptıkları açıklamalarda kendilerini; CHP yöneticileriyle, bu partinin desteğindeki dergi ve gazetelerin kışkırttığını açıkça söylediler.

Bu olumsuzluklar CHP oylarını azaltmıştır. Fakat CHP muhalefette kalsa da son yıllara kadar fikren iktidarda kalmıştır. Çünkü devletin anatomisi böyle kodlanmış ve yasal güvence altına alınmıştır. Benimde TBMM’de görev yaptığım dönemde bizzat şahit olduğum gerçek var: CHP lideri veya parti temsilcileri karşı çıktıkları kanunlar için “bu kanun Anayasa Mahkemesinden döner” dedikleri kanunların çoğu AYM’den dönmüştür. Bu onların müneccim olduğu ya da bizden daha iyi hukuk bilgileri olduğu anlamına gelmiyor. 1960 Anayasası vesayeti tahkim eden bir anayasa olmuştur. Genetik yapısı Statüko ile uyumlu olan partiler, halk seçmese de fikren iktidar olurlar. 

Belli ki; orduyu kışkırtmak bazılarında “tik” haline gelmiş. CB Erdoğan’ın tespiti ile bitirelim “Kılıç şakırtıları arasında disiplinsizlik yapanları kahramanlaştırmak neyin nesidir? CHP’nin, tarihinin her döneminde olduğu gibi bugün de orduya siyaset bulaştırma, orduyu kışkırtma geleneğinden kurtulamadığı anlaşılıyor.”

Hayrettin ÇAKMAK

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.