38,8198$% -0.09
43,6879€% 0.71
51,8880£% 0.52
4.038,02%0,94
6.718,00%0,56
9.668,36%1,33
Hilafetin ilgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki haricine
çıkarılmasına dair kanun (Hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının Türkiye
Cumhuriyeti ülkesi dışına çıkarılmasına dair kanun)
Orijinal metin
Madde 1- Halife halledilmiştir. Hilâfet hükümet cumhuriyet mana ve mefhumunda
esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır.
Günümüz Türkçesi ile
Madde 1-Halife görevinden alınmıştır. Halifelik, hükümet ve Cumhuriyet’in anlam ve
kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır.
Madde 2-Görevden alınan halife ve Osmanlı saltanatına mensup tüm erkek ve
kadınlar, damatlar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde oturmak hakkından ebediyen
mahrumdurlar. Bu soya bağlı kadınlardan doğmuş kimselerde Osmanlı addedilirler.
Madde 3-İkinci maddede zikredilen kimseler, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren en
geç on gün içerisinde Türkiye Cumhuriyeti ülkesini terk etmeye mecburdurlar.
(Uygulamada erkeklere en geç 72 saat içinde, kadınlara 10 gün içinde terk ettirildi.
Eşi giden kadınların çoğu eşiyle beraber 72 saat içinde gitmiştir.)
Madde 4-İkinci maddede zikredilen kimselerin Türk vatandaşlık sıfatı ve hukuku
kaldırılmıştır.
Devam eden maddelerde Padişahlık yapanların hanedan malları, mülkleri, tapuları,
tablo vb. sanat eserlerinin tamamına el konulmuş millileştirilmiştir.
Merhum Adnan Menderes 1952 yılında sürgüne gönderilen hanedanın kadınları için
yasağı kaldırmıştır. 1974 yılında da Merhum Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde
hanedanın erkek mensupları için yasak kaldırılmıştır
Hilafetin kaldırılmasıyla Osmanoğlu Hanedanı’nın Türkiye’den sürgüne gönderilmesi
için alınan karar 24 saat içerisinde uygulanmaya başlanmıştı. Hanedandaki yerlerine
ve önem sıralarına göre, 155 hanedan mensubu memleketi sn geç on gün içerisinde
terk edeceklerdi. Halife Abdülmecid ve ailesinin sürgüne hazırlanmaları ise sadece
bir buçuk saat sürmüştü.
Gazeteci Murat Bardakçı, “Neslişah Sultan” kitabında sürgüne hazırlık aşamasını
anlatır; “Halife ve ailesinin Türkiye’den çıkartılmalarından sonra Dolmabahçe Sarayı
boşaltılmış, sarayda geçici olarak kalan ve memleketi sonraki günlerde terk edecek
olan aile mensupları kendi evlerine gönderilmiş, Dolmabahçe’de Sultan Abdülaziz
zamanından o güne kadar yaşayan 50 kadar yaşlı kadın da Darülaceze’ye gönderilip
saray mühürlenmişti!” (Ankara yangından mal kaçırır gibi çok aceleciydi)
Hanedan mensupları eldeki mal ve mülklerini ederinden düşük meblağlarla satmak
zorunda kalmışlardı. Sebebi de süre çok kısa idi. Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe
Osmanoğlu’nun “Babam Sultan Abdülhamid” adlı hatıratında; “Yegâne malımız,
mülkümüz, yaşadığımız evlerden ibaretti. Yol hazırlığımızı yapmak için evimizin
kapısını açıyor, mevcut eşyamızı haraç mezat satıyorduk” demiştir.
Tarihçi Dr. Ahmet Anapalı’dan dinlemiştim. Sürgün için verilen süre çok kısa olduğu
için; hanedan mensupları yurdu terk ederken maiyetlerindeki uşak, bahçıvan, hizmetçi
gibi kişilere mallarını satıp bedellerini göndermek için vekâlet vermişler. Hanedan
mallarına çöküp, bugün Türkiye’nin dördüncü zengini olan kişiyi biliyorum, tazminat
ödememek için ismini veremiyorum demişti.
Hanedan yurtdışına çıktıklarında sudan çıkmış balık gibiydiler ve çok sıkıntılı günler
yaşanmıştır. Geriye dönüşü olmayan tek gidişli bir pasaport. Yaşamak için maddi
imkân yok. Sadece şu örnek yeter sanırım. Abdülhamid Han’ın oğlu Ahmet Nuri
Efendi, payitahttan sürüldüğünde 46 yaşında bir “Albay” idi. 20 yıllık çilesi, 1944’te;
Fransa Digne’de bir parkta son bulmuştu. Cebinden, “Kimseyi suçlamayın; zira
açlıktan ölüyorum. Beni Müslüman olarak defnedin” yazılı bir not çıkmıştı
Daha önce yurdu terk etmek zorunda bırakılan Sultan Vahdettin’in maddi sıkıntı içinde
olduğunu öğrenen Mustafa Kemal Paşa para göndermeye kalkınca; yanındakiler
“gönderme; gönderirsen niçin yurt dışına gönderdin derler” diyerek vaz geçirdiler.
Resmi tarih Vahdettin’e hain der. Resmi tarihe iman eden mahallenin en önemli
simalarından Ecevit ise Vahdettin hain değildi diyerek bir yalan duvarını yıkmıştır.
Atatürk dönemi Roma’daki büyükelçi Suat Hayri Ürgüplü anlatıyor. Vahdettin’e
Hindistan Müslümanlarının liderliğini yapmış olan 3.Ağa han gidiyor. Sultanım biz
sana bağlıyız. Bizim halifemiz sensin ve sana büyük haksızlık yapıldı. Biz 170 bin
kişilik bir İslam Ordusu kurduk. Kasalarla sandıklarla altınımız, mücevherimiz, var.
Bizi bu dünyada para ile yıkacak hiçbir güç yok. En güçlü ordu bizde gel başımıza geç
Türkiye’ye yürüyelim. Vahdettin “ben bunu düşünüp size haber vereyim” der. (belli ki
amacı oyalayıp zaman kazanmaktır) Çünkü yanındakilere hemen İtalya büyükelçimizi
çağırın buraya gelsin der. Suat Hayri Ürgüplü gelince kendisine: “Hayri Bey buraya
Ağa Han geldi. Bana tekliflerde bulundular. Ben biraz zaman istedim. Hemen
Türkiye’dekilere, Mustafa Kemal Paşa’ya, haber ver. Bir iç isyan çıkabilir, tedbirli
olsunlar” diyor. Hain olsaydı Ağa Han’ın teklifini kabul etmez miydi? Hain olsaydı
tedbirli olsunlar diye haber verir miydi? (Dr. Ahmet Anapalı)
İşte bu son Osmanlı padişahı Vahdettin öldüğünde tabutuna manav/bakkal Stelyo
ve kasap Morini tarafından haciz konmuştu. (15 ekmek ve 3 Kg et borcundan dolayı)
para arandı nihayet bulundu, tabutun haczi kaldırıldı ve Şam’a gönderildi. Ölümünün
49’ncu.günü toprağa verilebildi. (15 Mayıs-3 Temmuz)
Mehmet Orhan Osmanoğlu (Tahtın varisiydi) anlatmış: Tabutu almak için Limana
gittiklerinde “Önce koku geldi, sonra amcamın tabutunu aldık” demiş. Çünkü ceset
kokmuştu. Osmangazi’nin, Fatih’in, Yavuz’un, Kanuni’nin torunları gavur illerinde sefil
bir hayat yaşayıp, sefalet içinde öldüler maalesef.
Tahtın varisi nasıl defnedilmiş?
Şehzade Mehmed Orhan Osmanoğlu’nun cenazesi Nice kentindeki bir karma
mezarlığa 14 Mart 1994 günü defnedilmiştir. Cenazede Sultan Abdülhamid soyundan
Bülent Osman ve Sultan Abdülmecid’in torunları Melike ve Emire Hanım sultanlarla
eşleri vardı, Cenaze namazını ise dört Tunuslu kılmıştır.
Yavuz Havuz Davası
TBMM’de Osmanlı Hanedanının yurt dışına sürülmesi kanunu görüşülürken;
Osmaniye Mebusu İhsan Bey “Ölülerinin kemiklerini bile mezardan çıkarıp atmak
lazım gelir” diyerek nefret kusuyordu! Bu kişi 1922-1923 yıllarında da Ankara İstiklal
Mahkemesi başkanlığı yapmıştır. Daha sonra Bahriye Nazırı (Denizcilik bakanı) olur.
Bakanlığı döneminde Meşhur Yavuz zırhlısının onarımı gündeme gelir ve 1924’te
bütçeye 2 milyon liralık ödenek ayrılır
Bahriye Nazırı İhsan Bey (Eryavuz) ve Bilecik Mebusu Fikret (Onuralp) gemi onarımı
ihalesinde rüşvet suçundan Yüce Divanda yargılanırlar. Meclis soruşturmasında suçu
itiraf eden Bilecik mebusu Fikret Bey “2 milyon liralık ihaleden 210 bin lira komisyon
aldıklarını, Denizcilik Bakanı İhsan Bey’in 100 bin lira, kendisinin 55 bin lira aldığını,
geriye kalanın da bürokratlara verildiğini” itiraf etmişti.
Yüce Divan; her iki ismin dokunulmazlıkları kaldırıp, mebusluklarını düşürdü.
İhsan Eryavuz’a 2 sene, Fikret Onuralp’e 4 ay hapis cezası verildi…
Mason olan Onuralp, 1925’de Büyük Üstat olarak seçilmişti. Yolsuzluktan mahkûm
olmasından sonra ‘Büyük Loca’daki görevi ve dernek kaydı silindi. Rüsva olmuş bir
halde Türkiye’yi terk edip, Fransa’ya yerleşti ve orada öldü.
Osmanlının ölenlerinin kemiklerini bile mezardan çıkarıp atmak lazım gelir diyen
bu herif-i naşerif İhsan Eryavuz, soyadı Kanunu ile aldığı “Eryavuz” soyadını
Yavuz-Havuz Yolsuzluğu davasından sonra “Topçu” olarak değiştirmişti. o da suç ortağı Mason Fikret Onuralp gibi Rezil Rüsva olarak terki dünya eylemiştir.
Ruhun izleri-Serap Bingöl
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.